🌍 İklim Kanunu: Hukukun Yeşil Dönüşümle İmtihanı
- Melis UYGURLU
- 9 Tem
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Tem

Türkiye'nin İklim Kanunu resmi olarak TBMM’de kabul edildi; bu, yazımızda üzerinde durduğumuz analizleri artık yalnızca bir varsayım değil, mevcut bir gerçeklik çerçevesine taşıyor.
1. Yeni Bir Hukuki Çağın Eşiğinde
İklim krizi, eskiden yalnızca çevresel bir sorun olarak görülse de artık, doğrudan hukuki sistemlerin de odağında!
İklim krizi artık sadece bilim insanlarının yaptığı uyarılarla sınırlı değil; küresel düzenin merkezine yerleşmiş, birçok alanı etkileyen çok boyutlu, derin etkiler doğuran bir sorun hâline geldi. Bu krizin temelinde; kontrolsüz sanayileşme, etkisiz çevre politikaları ve devletlerin uluslararası sorumluluklarını zamanında yerine getirmemesi gibi faktörler yer alıyor. Yine bu krizin doğrudan sonuçları olan kuraklık, çevresel yıkım ve kaynak krizleri; hukuk sistemini de yeniden şekillendirme ihtiyacını doğuruyor. Bu nedenle hukuk sistemlerinin, yalnızca kuralları koyan ve uygulayan yapılar olmaktan çıkması gerekliliği ve toplumları ve ekonomileri dönüştürebilecek aktif bir rol üstlenme zorunlulukları son derece önem kazanıyor.
Türkiye'nin Paris İklim Anlaşması’nı onaylaması, çevre hukuku konusundaki bu değişimin hukuki sinyalini verirken, 2025 yılında kabul edilen İklim Kanunu ile bu dönüşüm artık yasal bir zemine kavuştuğu söylenebilecektir.
Kısacası Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen İklim Kanunu, çevre hukukunu yalnızca teknik bir alan olmaktan çıkararak ekonomi, insan hakları ve dijital sistemlerle iç içe geçen çok sektörlü bir devrim sürecini başlatıyor.
Aynı zamanda bu kanun, çevre hukukunun yalnızca “doğayı koruma” görevinden ibaret olmadığını; aynı zamanda ekonomik işleyişi, şirket yönetimini, veri güvenliğini ve bireysel sorumlulukları doğrudan şekillendiren bir alan hâline geldiğini ortaya koyuyor.
2. Türkiye’de Kanunlaşma Süreci: Politik Zorunluluktan Hukuki Reformlara
Avrupa Yeşil Mutabakatı, sınırda karbon düzenlemeleri ve yeşil finans gibi kavramların uluslararası düzende giderek norm hâline gelmesi, Türkiye’yi de bu yapıya entegre olmaya mecbur kıldı. Türkiye'nin İklim Kanunu da bu kapsamda yalnızca çevreye değil, ekonomik rekabetçiliğe ve dış ticaretin sürekliliğine de hizmet edecek şekilde şekillendi ve Paris Anlaşması ile başlayan somut adımlar yasal temellerle iç hukuka aktarıldı.
Meclis’te kabul edilen kanun;
Sera gazı emisyon hedefleri,
Ulusal iklim uyum stratejileri,
Karbon ticaret sistemi kurulması,
Kurumsal raporlama yükümlülükleri gibi başlıklarla çevre hukukuna yepyeni bir boyut kazandırıyor.
Bu yapısıyla İklim Kanunu, sadece doğaya değil, normlara, pazarlara ve gelecek nesillere yönelik çok katmanlı bir taahhüt anlamı taşırken dijital hukula bütünleşerek yeni, sistematik bir yapının da temelini oluşturuyor.
3. Hukuk Sistemine Yansıyan Dönüşüm
İklim Kanunu ile birlikte Türkiye’de birçok alanda hukuki sorumluluk rejimi genişliyor.İklim Kanunu ile birlikte Türkiye’de birçok alanda hukuki sorumluluk rejimi genişliyor.
Kurumsal Emisyon Raporlaması:
Artık enerji tüketimi yüksek şirketler zorunlu karbon raporlaması yapmak ve bu verileri kamuya açık paylaşmak durumunda kalacak. Aksi halde ciddi idari yaptırımlar söz konusu.
Karbon Piyasası (ETS):
Sera gazı emisyon izni alınıp satılabilir hale geliyor. Bu, özel hukukta yeni sözleşme modelleri ve finansal araçların kullanımını gerektirecek.
Yaptırım ve Teşvik Mekanizmaları:
Para cezalarına ek olarak, faaliyet durdurulması, teşvik kaybı ve yetki iptali gibi yaptırımlar devreye girecek.
Yeşil Uyum Zorunluluğu:
Halka açık şirketler, yıllık raporlarında iklim riski ve çevresel etkilerini paylaşmak zorunda olacak. Bu, finansal ve kurumsal denetimleri etkiler.
Kanun aynı zamanda “adil geçiş”, “iklim adaleti”, “denkleştirme” gibi kavramları hukuka kazandırarak sürdürülebilirliğe hukuki çerçeve getiriyor. Bu değişim, sözleşmelerden idare hukukuna, kamusal denetimden ticaret hukuku uygulamalarına kadar birçok disiplini aynı çatı altında etkiliyor.
4. Dijitalleşmenin Yeşil Boyutu: Bilişim Hukuku Nerede Duruyor?
Modern dijital sistemler çevreyi sadece kolaylaştırıcı değil, aynı zamanda tehdit eden unsurlar hâline de getirebilir. Yüksek enerjili veri merkezlerinin karbon ayak izi, yapay zekâ ile izleme sistemlerinin denetimi, sürdürülebilir dijital mimariler gibi başlıklar hukuki tartışmanın merkezine yerleşiyor. Dolayısıyla bilişim alanındaki hukuk bilgisi, çevreci projelerin hem teknik hem etik düzenlenmesini sağlamak açısından kritik önem kazanıyor.
Burada bilişim hukuku uzmanlarının rolü, artık sadece KVKK uyumu veya dijital güvenlik değil; çevreye duyarlı dijital projelerin etik ve yasal çerçevesini inşa etmek hâline geliyor. Bu hukukçular/ bilişim hukuku profesyonelleri:
Yeşil teknoloji yatırımlarını denetler,
Çevreci veri politikalarını şekillendirir,
Sürdürülebilirlik kriterlerini dijital sözleşmelere entegre eder,
Sürdürülebilir dijital altyapı projelerinde yasal destek sağlar,
Veri gizliliği ve KVKK uyumlu çevre raporlaması sağlar,
Yeşil teknoloji sözleşmelerini oluşturur ve denetler.
Bu uzmanlık, dijital dönüşümün çevre dostu olabilmesi açısından doğrudan katkı sağlar.
5. Hukukçunun Yeni Kimliği: Temsilciden Tasarımcıya
Yeni dönem, hukukçuların “uygulayıcı” rolünün ötesine geçmesini gerektiriyor. Artık sadece mevzuatın takipçisi olmak değil; şirketleri yönlendiren, toplumu bilgilendiren ve geleceğe karşı kolektif sorumluluğu hukuk diliyle ifade edebilen bir meslek anlayışı gerekiyor.
Hukukçunun yeşil dönüşümdeki pozisyonu:
İklim risklerine duyarlı sürdürülebilir sözleşmeler tasarlamak,
Danışmanlık verdiği kurumları sürdürülebilirlik odaklı yeniden yapılandırmak,
Kamuoyunu sade bir dille bilgilendirmek ve bilinçlendirmek.
Toplumsal düzeyde fikri altyapı kurmak ve kamuoyunu bilgilendirmek
6. SONUÇ: Hukuku Dönüştürmek, Geleceği Korumaktır
İklim Kanunu, Türkiye için yalnızca çevresel değil; sistemsel ve zihinsel bir dönüşümün işaret fişeğidir. Bu dönüşümün hukuk boyutu; yalnızca kurallar koymakla değil, toplumda yeni değerler inşa etmekle ilgilidir.
Dolayısıyla İklim Kanunu, Türkiye için ekolojik ve ekonomik anlamda yeni bir paradigma sunuyor. Mevzuat artık sadece düzenleyen değil, aynı zamanda sürdürülebilir geleceği kurgulayan bir zemin olarak işlev görüyor.
Bugün çevreyi savunmak isteyen hukukçuların elinde dilekçeden fazlası var: Yeni bir anlatı, yeni bir vizyon ve çok daha büyük bir sorumluluk ve şunu unutmamak gerek: hukuku dönüştürecek, doğayı koruyacak zihniyet, bugün o metni savunan avukatlarla şekillenecek.



👏👏